| Suat Yıldırım Meali |
|
| 1: - Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için: | |
| 2: Rabbinin lütfuyla, deli değilsin. | |
| 3: Hem senin ecrin, mükâfatın hiç kesilmez! | |
| 4: Ve sen pek yüksek bir ahlâk üzerindesin! | |
| 5: Yakında göreceksin, onlar da görecekler. | |
| 6: Hanginizde imiş o dertler, o delilikler. | |
| 7: Senin Rabbin şüphesiz pek iyi bilir. Allah yolundan sapanlar kimdir ve O’nun yolunu tutanlar kimdir. | |
| 8: O halde, hakkı yalan sayanların, sözlerine sakın uyma. | |
| 9: İsterler ki sen gevşeyesin de, böylece kendileri de yumuşasınlar. | |
| 10: (10-16) Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, hem de soysuz olana! Kendisine âyetlerimiz okunduğunda "Bu eski insanların masalları!" diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız. | |
| 17: (17-18) Biz tıpkı o bahçe sahiplerini sınadığımız gibi, bunları da sınadık. Onlar sabah erken mahsulü devşireceklerini yeminle pekiştirip kesin söylemiş, (inşaallah dememiş), Allah’ın iznine bağlamamışlardı. Ayrıca fakirlerin payını düşünmemişlerdi. | |
| 19: (19-20) Fakat onlar henüz uykuda iken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet bahçeyi kapladı. Bahçe sabahleyin siyah kül haline geliverdi. | |
| 21: (21-22) Onlar ise olup bitenden habersiz, neşeli neşeli birbirlerine seslendiler: "Haydi, mâdem devşireceksiniz, çabuk ekininizin başına!" | |
| 23: (23-24) Hemen yola koyuldular. Bir taraftan da aralarında şöyle fiskos ediyorlardı: "Sakın, bugün yanımıza fakir fukara gelmesin, onların bahçeye girmelerine hiç imkân vermeyin!" | |
| 25: Yoksulları engelleme azmi içinde ilerlediler. | |
| 26: Bahçeyi görünce, apışıp kaldılar. "Galiba yolu şaşırdık, yanlış yere geldik!" dediler. | |
| 27: Çok geçmeden işi anlayınca: "Hayır! dediler, Doğrusu felakete uğramışız!" | |
| 28: En makul olanları ise: "Ben size Allah’ı zikretmenizi söylememiş miydim!" dedi. | |
| 29: (29-30) Bunun üzerine "Sübhansın ya Rabbenâ, her türlü noksandan uzaksın! Doğrusu biz kendimize zulmetmişiz!" deyip, birbirlerini kınamaya başladılar. | |
| 31: "Yazıklar olsun bize, ne azgın kimselermişiz!" | |
| 32: Olur ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimizin rahmetini arzu ediyor, O’na dönüyoruz." | |
| 33: Azap böyledir işte! Âhiretteki azap ise daha müthiştir. Keşke bunu bir bilselerdi! | |
| 34: Allah’ı sayan, haramlardan sakınan müttakilere ise Rab’leri nezdinde naîm cennetleri vardır. | |
| 35: Biz hiç, Allah’a itaat ve teslimiyet gösterenleri suçlu kâfirlerle bir tutar mıyız? | |
| 36: Neyiniz var, nasıl olur da böyle bir şey iddia edebilirsiniz? Ne biçim hüküm veriyorsunuz öyle? | |
| 37: Yoksa size ait bir kitap var da bu kabîl bilgileri oradan mı okuyorsunuz? | |
| 38: Onda "Siz neyi tercih ederseniz size verilir." diye bir bilgi mi buluyorsunuz? | |
| 39: Yoksa "Neye hükmederseniz o yerine getirilir." diye, kıyamete kadar geçerli olacak size yeminle verilmiş sözümüz mü var? | |
| 40: Sor bakalım onlara: "Böylesi bir iddiayı savunacak kimse var mı aralarında? | |
| 41: Yoksa güvendikleri şerikleri mi var?" iddialarında tutarlı iseler getirsinler de görelim o ortakları! | |
| 42: O gün işler son derece güçleşir, paçalar tutuşur. Bütün insanlar secdeye dâvet edilir, fakat kâfirler secde edemezler. | |
| 43: Gözleri yerde, kendilerini zillet kaplamıştır. Halbuki dünyada bedenleri sağlam, âzaları salim iken de secdeye dâvet edilirler, ama bunu yapmazlardı. | |
| 44: (44-45) O halde sen bu şerefli sözü, Kur’ân’ı yalan sayanı Bana bırak! Biz onları, bilmedikleri, farkına varmadıkları bir yerden, yavaş yavaş azaba yaklaştırırız. Ben onlara mühlet veriyorum! Doğrusu Ben’im düzenim, pek sağlamdır. | |
| 46: Yoksa sen onlardan bu risalet hizmetinden ötürü bir ücret istiyorsun da onlar cereme ödemekten ezilmişler mi? | |
| 47: Yoksa gayb kitabı yanlarında da, onlar oradan mı yazıp duruyorlar? | |
| 48: Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle ve balığın yoldaşı olan zat gibi olma! Hani o dertli dertli Rabbine yalvarmıştı: | |
| 49: Şayet Rabbinden gelen bir lütuf onun imdadına yetişmeseydi, kınanmaya müstahak bir vaziyette, deniz tarafından karaya atılırdı! | |
| 50: Ama Rabbi, kendisini seçti de onu en iyi, en has kullarından kıldı. | |
| 51: O kâfirler Zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman, hırslarından neredeyse seni bakışlarıyla kaydıracak, âdeta gözleriyle yiyecekler! Hâlâ da: "o, delinin teki!" derler. | |
| 52: Delilik nerede, o nerede? Kur’ân’ın hiç delilikle ilgisi mi olur? Kur’ân olsa olsa, sadece bütün insanlara bir derstir. | |