| Ahmed Hulusi Meali |
|
| 1: O gerçek (ölümü tadarak başlayan ikinci hayat) vuku bulduğunda. | |
| 2: Artık onun gerçekliğini yalanlayacak olmaz! | |
| 3: Kimini) alçaltıcıdır, (kimini) yükselticidir! | |
| 4: Arz (beden) şiddetli bir sarsılışla sarsıldığında, | |
| 5: Dağlar (bedendeki organlar) hurdahaş edildiğinde, | |
| 6: (Nihayet) dağılmış toz olduğunda. | |
| 7: Siz üç cinse ayrıldığınızda: | |
| 8: Ashab-ı Meymene (sağcılar, Hakk'ı bulmada isâbet etmişler), ne ashab-ı meymenedir! | |
| 9: Ashab-ı Meş'eme (solcular, Hak'tan kozalı yaşamışlar), ne ashab-ı meş'emedir! | |
| 10: Es Sâbikun (yakîn ile öne geçenler), sabikundur; | |
| 11: İşte onlar mukarrebûn'dur (Kurbiyet mertebesini yaşayanlar). | |
| 12: Nimet cennetlerindedirler. | |
| 13: Çoğunluğu önceki (devir)lerdendir. | |
| 14: Azınlığı sonrakilerdendir. | |
| 15: Mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. (Buradan başlayan cennet tanımlayıcı âyetleri okurken; Ra'd: 35 ve Muhammed: 15. âyetlerde vurgulanan "Meselül cennetilletiy = cennettekilerin MİSALİ - TEMSİLİ" şöyle şöyledir, diye başlayan uyarı göz ardı edilmemelidir. Anlatılanlar temsil yolludur. A. H. ) | |
| 16: Karşılıklı kurulmuşlardır. | |
| 17: Çevrelerinde ebedî gençlikleriyle hizmetliler. . . | |
| 18: Kaynağında dolmuş ibrikler, sürahiler ve kâselerle. . . | |
| 19: Ne başları ağrır ondan ne de şuurları bulanır! | |
| 20: Tercih edecekleri meyve; | |
| 21: Canlarının çektiği kuş eti; | |
| 22: Ve Hur-i Iyn (net görüşlü {biyolojik gözün sınırlamalarıyla kayıtlı olmayan} eşler {birkaç beden}; şuur yapı olan "insan"ın özelliklerini yaşatacak, eşi olan bedenler. Tek bilincin tasarrufundaki birden çok bedenle yaşama süreci. A. H. ). | |
| 23: Saklı (sedefte büyümüş) incilerin misali gibi (Esmâ hakikatinden oluşmuş ve o özelliklerin açığa çıkışı olan insan şuurundan var olmuş Allâh yaratısı bedenler). | |
| 24: Yaptıklarının cezası (sonucu)! | |
| 25: Orada ne boş laf duyarlar ve ne de suç kavramı! | |
| 26: Sadece "Selâm, Selâm" denilir (Selâm isminin işaret ettiği özellik daim olsun; anlamında). | |
| 27: Ashab-ı Yemîn (sağcılar, iman edenler) ne ashab-ı yemîndir! | |
| 28: Meyveleriyle sidre ağacı içinde, | |
| 29: Meyveleri istiflenmiş muz ağacı. . . | |
| 30: Yayılmış (sonsuz) gölgede, | |
| 31: Çağlayarak dökülüp akan bir suda, | |
| 32: Pek çok meyve (türü) içinde, | |
| 33: (Ki o meyveler) ne tükenir ve ne de yasaklanır! | |
| 34: Yüceltilmiş sedirler içinde(dirler). | |
| 35: Muhakkak ki biz onları (şuurun eşi olan bedenleri yeni) bir inşa edişle inşa ettik. | |
| 36: Onları daha önce hiç kullanılmamış türden oluşturduk! | |
| 37: (Ki o daha önce hiç görülmemiş - kullanılmamış türden bedenler) eşlerine âşık (dünyaya birbirine düşman olarak inen, insanı maddeye yönelttiren hayvani beden karşıtı olarak, insan şuuruna sahip bilince, özelliklerini itirazsız yaşatan. A. H. ) ve yaşıtlardır (bilinçle birlikte var olmuştur)! | |
| 38: (Bunlar) ashab-ı yemîn (saîd olanlar) içindir. | |
| 39: (Ashab-ı yemîn'in) bir kısmı evvelkilerdendir. | |
| 40: Bir kısmı da sonrakilerdendir. | |
| 41: Ashab-ı Şimal (şakî olanlar; hakikati inkâr edip kozalı yaşayanlar), ne ashab-ı şimaldir! | |
| 42: Semum (zehirleyici ateş, radyasyon) ve hamim (yakan su; gerçek dışı bilgi ve şartlanmalar) içinde, | |
| 43: Simsiyah dumandan bir gölge (Hakikatindeki kuvveleri göremez, yaşayamaz bir hâl) içinde, | |
| 44: (Ki o gölge) ne serindir ve ne de kerîm (cömertçe getirisi olan)! | |
| 45: Muhakkak ki onlar bundan önce, dünyevî - şehvanî zevklerin bolluğu içinde şımarandılar! | |
| 46: O büyük suçta (Hakikatlerini inkâr ederek onu yaşama yolunda çalışma yapmamakta) ısrar ederlerdi. | |
| 47: "Ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, gerçekten yeni bir bedenle yaşama devam edecek miyiz = bâ's olunacak mıyız?" derlerdi. | |
| 48: "Evvelki atalarımız da mı?" derlerdi. | |
| 49: De ki: "Muhakkak ki evvelkiler de sonrakiler de," | |
| 50: "Bilinen bir sürecin buluşma vaktinde elbette toplanacaklardır!" | |
| 51: Sonra muhakkak ki siz ey (Hakikati) yalanlayıcı sapkınlar. . . | |
| 52: Elbette (siz) zakkum ağaçlarından (kendinizi yalnızca beden kabullenmenin sonucu meyvelerinden) yiyeceksiniz. | |
| 53: Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. | |
| 54: Onun üstüne yakıcı sudan içeceksiniz. | |
| 55: Hastalığı dolayısıyla suya doymak bilmeyen develer gibi içeceksiniz onu. | |
| 56: Din (sistemin - Sünnetullâh'ın gerçekliğinin fark edildiği) gününde, onların nüzûlü (onlarda açığa çıkacak olan) işte budur! | |
| 57: Biz, yarattık sizi! Tasdik etmeyecek misiniz? | |
| 58: Akıttığınız meniyi gördünüz mü? | |
| 59: Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratanlar biz miyiz? | |
| 60: Aranızda ölümü biz takdir ettik ve bizim önümüze geçilmez! | |
| 61: Size bedel olarak benzerlerinizi (yeni bedenlerinizi) getirelim ve sizi bilemeyeceğiniz şekilde (yeniden) inşa edelim diye (ölümü takdir ettik). | |
| 62: Andolsun ki ilk neş'eti (yaratışı) bildiniz. . . Peki derin düşünmeniz gerekmez mi? | |
| 63: Ekmekte olduklarınızı gördünüz mü? | |
| 64: Onu yeşerten siz misiniz yoksa biz miyiz? | |
| 65: Eğer dileseydik onu elbette kuru - cansız bitki kılardık da, şaşar kalırdınız! | |
| 66: "Muhakkak ki ziyandayız!" | |
| 67: "Hayır, biz (geçinmekten) mahrumlarız" (derdiniz). | |
| 68: İçmekte olduğunuz o suyu gördünüz mü? | |
| 69: Onu beyaz bulutlardan siz mi inzâl ettiniz yoksa inzâl ediciler biz miyiz? | |
| 70: Eğer dileseydik onu acı (bir su) kılardık. . . Şükretmeniz gerekmez mi? | |
| 71: Çakarak (ağaçtan) çıkardığınız o ateşi gördünüz mü? | |
| 72: Onun ağacını siz mi inşa ettiniz yoksa inşa ediciler biz miyiz? | |
| 73: Onu, çölde yaşarmışçasına bilgisizlere bir hatırlatma ve bir yararlanacakları şey kıldık! | |
| 74: Öyleyse tespih et ismi Aziym Rab olan namına! | |
| 75: Yıldızların yer aldığı (Esmâ'mın açığa çıktığı) evren olarak yemin ederim! | |
| 76: Bilseniz, gerçekten bu çok azametli bir yemindir! | |
| 77: Şüphesiz ki O (evren), Kur'ân-ı Keriym'dir ("OKU"yabilene çok değerli "OKU"nandır). | |
| 78: Görülemeyen bir Bilgi'dedir! (Dalga {wave} okyanusu olan evrensel data ve dahi hologramik esasa göre beyindeki data. ) | |
| 79: Ona (Bilgiye), (şirk pisliğinden - hayvaniyetinden) arınıp, tâhir olanlardan başkası dokunamaz! | |
| 80: Rabb-ül âlemîn'den tenzîldir (insan bilincinde tafsile indirme). | |
| 81: Şimdi siz bu olayımızı mı hafife alıp, önemsemiyorsunuz! | |
| 82: Yaşam gıdanız yalanlamanız mı oldu? | |
| 83: İşte (can) boğaza geldiğinde! | |
| 84: O zaman siz (çaresiz) bakakalırsınız! | |
| 85: Biz ona sizden daha yakınızdır, fakat görmezsiniz. | |
| 86: Eğer siz yaptıklarınızın sonucunu yaşamayacaksanız; | |
| 87: Eğer sözünüzde sadıksanız, onu (ölümü) geri çevirsenize (Sünnetullâh yoksa yapın bunu)! | |
| 88: (Herkes ölümü tadacaktır) lâkin mukarrebûndan (kurb ehli) ise; | |
| 89: Ravh (Rahmânî tecelli ile yaşam), Reyhan (Esmâ tecellileri seyri) ve Nimetler Cenneti vardır. | |
| 90: Eğer Ashab-ı yemîn'den ise; | |
| 91: (Eğer öyle ise): "Ashab-ı yemîn'den senin için bir Selâm var" (denilir). | |
| 92: Eğer (o can) sapık inançlı (hakikati) yalanlayıcılardansa; | |
| 93: (İşte ona) başından aşağı kaynar sular dökülür! | |
| 94: Cahîm'in (yakıcı şartlar) ateşine maruz kalır! | |
| 95: Muhakkak ki bu Hakk-el Yakîn'dir (bilfiil yaşanacak gerçek)! | |