| Hasan Basri Çantay Meali |
|
| 1: Tozutup savuran (rüzgâr) lar, | |
| 2: Sonra (su) yükü (nü) taşıyan (bulut) lar, | |
| 3: sonra kolayca akan (gemi) ler, | |
| 4: sonra iş bölümü yapan (melek) ler hakkı için, | |
| 5: şübhesiz ki size va'd olunan (şeylerin hepsi) elbette doğrudur. | |
| 6: Şübhesiz ki (amellere göre) ceza (ya'nî mukaabele) de elbette vaaki'dir. | |
| 7: O haareli yollara saahib gök hakkı için, | |
| 8: hakıykat, siz kat'î ihtilâfa düşen bir söz içindesinizdir. | |
| 9: Ondan döndürülen kimseler döndürülür. | |
| 10: Kahr olsun o koyu yalancılar! | |
| 11: ki onlar koyu bir cehalet içinde kalmış gaafil kimselerdir. | |
| 12: Onlar, o ceza gününün ne zaman olduğunu sorarlar. | |
| 13: (O gün) kendilerinin ateş üzerinde azaba uğratılacakları gündür. | |
| 14: (Onlara) «Tadın azabınızı. İşte (dünyâda) çarçabuk (gelmesini) isteyegeldiğiniz bu idi» (denilir). | |
| 15: (15-16) Şübhesiz ki (fenâlıkdan) sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği (sevabı) ahz (-ü kabul) etmiş (ve bundan raazî olmuş) olarak, cennetlerde, pınarlar (ın başların) dadırlar. Çünkü onlar bundan evvel iyi amel (ve hareket) edenlerdi. | |
| 17: Onlar gecenin (ancak) az bir kısmında uyurlardı. | |
| 18: Sehar vakıflarında da onlar istiğfar ederlerdi. | |
| 19: Onların mallarında sâilin ve (kemâl-i iffetinden dolayı dilencilik etmeyen) yoksulun da bir hakkı vardı. | |
| 20: (Küre-i) arzda kâmil bilgi saahibleri için nice âyetler vardır. | |
| 21: Kendi nefislerinizde dahi (nice âyetler var. Bunları) görmüyor musunuz? | |
| 22: Rızkınız ve size va'd olunagelen şeyleri gök (ler) dedir. | |
| 23: İşte o göğün ve yerin Rabbine andolsun ki (va'd olunduğunuz) o (şeyler) tıpkı sizin konuşduğunuz gibi şübhesiz ve kat'î bir gerçekdir. | |
| 24: İbrâhîmin (Allah indinde) şerefli müsâfirlerinin haberi sana geldi mi? | |
| 25: Hani bunlar, onun yanına girmişlerdi de «Selâm» demişlerdi. (İbrâhîm de) «selâm» demiş (selâm ile mukaabele etmiş), «(Bunlar) tanınmamış bir zümre» demişdi. | |
| 26: Hemen (gizlice) ailesine gidib semiz bir dana getirdi de, | |
| 27: Bunu onlara yaklaşdırdı. «Yemez misiniz?» dedi. | |
| 28: Derken içine onlardan gizli bir korku çökdü. «Korkma» dediler ve onu çok bilgin bir oğulla müjdelediler. | |
| 29: Bunun üzerine (İbrâhîmin) zevcesi (Sâre) bir feryâd içinde yönelib (elini) yüzüne vurdu. «(Ben) doğurmaz bir koca karı (yım)» dedi. | |
| 30: Onlar «öyledir. Fakat (bunu) Rabbin buyurdu. Çünkü O, asıl hukûm ve hikmet saahibi olan, (herşey'i) hakkıyle bilen odur» dediler. | |
| 31: (İbrâhîm) «Ey gönderilmiş (melekler) sizin haal-ü şanınız nedir?» dedi. | |
| 32: Onlar «Biz günahkârlar güruhuna gönderildik», dediler, | |
| 33: «Çünkü üzerlerine çamurdan taşlar atacağız», | |
| 34: «ki (bunların her biri) aşırı hareket edenlere haas olmak üzere Rabbin nezdinde nişanlanmış (dır)». | |
| 35: Derken orada mü'minlerden kim varsa çıkardık. | |
| 36: Fakat orada müslümanlardan bir ev (halkın) dan başkasını da bulmadık. | |
| 37: (Bununla beraber) orada elem verici azâbdan, korkacaklar için, bir alâmet de bırakdık. | |
| 38: Musa (nin kıssasın) da da (ibret vardır). Hani onu apaçık bir hüccetle Fir'avne göndermişdik de, | |
| 39: O, ordusiyle birlikde (îmandan) yüz çevimiş, (onun hakkında) «Ya bir sihirbazdır, yahud bir mecnundur» demişdi. | |
| 40: Nihayet onu da, ordularını da yakalayıb denize atdık ki o, (bu sırada kendi kendini) kınayıcı idi. | |
| 41: Aad (kavminin helak edilmesin) de de (ibret vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermişdik. | |
| 42: (Öyle bir rüzgâr ki) her uğradığı şey'i (yerinde) bırakmıyor, mutlakaa onu kül gibi savuruyordu. | |
| 43: Semud (kavminin ilhâkin) de de (bir ibret vardır). Hani onlara «Bir zamana kadar fâidelene durun» denilmişdi de, | |
| 44: Rablerinin emrinden uzaklaşıb azmışlardı. (Bu yüzden) kendilerine de göre göre, onları yıldırım tutuvermişdi. | |
| 45: İşte (bu sebeble) ayakda durmıya güç yetiremediler, yardım edenleri de olmadı. | |
| 46: Daha evvel de Nuuh kavmini (helak etdik). Çünkü onlar (küfr-ü ısyanlarıyle doğrulukdan) çıkmış fâsık kavmdi. | |
| 47: Biz göğü kuvvetle bina etdik. Çünkü biz muhakkak ve mutlak bir (vüs'at ve) kudrete mâlikizdir. | |
| 48: Yeri de biz döşedik. (Bak biz) ne güzel döşeyiciler (iz)! | |
| 49: Her şeyden de iki çift yaratdık, olur ki inceden inceye düşünürsünüz diye. | |
| 50: O halde (Habîbim, de ki:) «Hepiniz Allaha kaçın. Hakıykat, ben sizi On (un azabın) dan açıkça korkutan (bir peygamber) im». | |
| 51: «Allahın yanına diğer bir Tanrı daha katmayın. Hakıykat, ben sizi (Allahın azabından) apâşikâr korkutan (bir peygamber) im». | |
| 52: Onlardan evvelkilere de herhangi bir peygamber gelmedi ki (onun hakkında da) mutlakaa böylece sihirbaz, yahud mecnun dediler. | |
| 53: Hepsi de bunu birbirine tavsiye mi etdiler?! Hayır, onlar (umumiyyetle) azgınlar güruhunun ta kendileridir. | |
| 54: O halde (Habîbim) onlardan yüz çevir. Artık sen, kınanacak (mes'ûl olacak) değilsin. | |
| 55: Sen (sâde Kur'an ile) va'z et. Çünkü şübhesiz öğüt mü'minlere fâide verir. | |
| 56: Ben cinleri de, insanları da (başka bir hikmete değil) ancak bana kulluk etsinler diye yaratdım. | |
| 57: Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana (yemek) yedirmelerini de istemiyorum! | |
| 58: Şübhesiz rızkı veren, O pek çetin kuvvet saahibi Allahın kendisidir. | |
| 59: Artık muhakkak ki o zulmedenler için (geçmiş) arkadaşlarının (azâb) hissesi gibi bir nasıyb (-i hüsran) vardır. Şimdi (onu) acele istemesinler. | |
| 60: İşte kendilerine va'd (ve tehdîd) edilegelen günlerinden (dolayı) vay o küfredenlere! | |