| Hasan Basri Çantay Meali |
|
| 1: (1-2-3) Saflar bağlayıb duranlara, sevk (-u idare) ve (men'-u) zecredenlere, zikir okuyanlara yemîn ederim ki, | |
| 4: Gerçek, sizin Tanrınız hakîkaten birdir. | |
| 5: (O), göklerin ve yerin ve bunlar arasında ne varsa hepsinin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir O. | |
| 6: Hakîkat biz (size) en yakın göğü bir zînetle, yıldızlarla (donatıp) süsledik. | |
| 7: (Onu itaatden çıkan) her mütemerrid şeytandan koruduk. | |
| 8: (8-9) Ki onlar «Mele'-i a'lâ» ya kulak verib dinleyemezler, her yandan koğularak atılırlar. Onlar için (âhiretde de) ardı arası kesilmez bir azâb vardır. | |
| 10: Meğer ki (içlerinden) bir çalıb çarpan (ı) olsun. Fakat onu da delib geçen bir alev ta'kıyb etmişdir. | |
| 11: Şimdi onlardan haber iste: Yaratılışda kendileri mi daha kuvvetli, yoksa bizim yaratdıklarımız mı? Hakıykat biz onları bir cıvık çamurdan yaratdık. | |
| 12: Belki sen (Habîbim) teaccüb etdin. Onlar da (bu teaccübünden dolayı) eğlenirler, | |
| 13: Kendilerine (Kur'an ile) va'z edilince düşünüb de öğüt kabul etmezler, | |
| 14: Bir mu'cize gördükleri vakit (onu) eğlenceye tutarlar. | |
| 15: (Nitekim) «Bu, dediler, apaçık bir sihirden başkası değildir». | |
| 16: «Biz olub de bir toprak ve bir yığın kemik olduğumuz vakit mı, saahiden biz mi mutlakaa diriltilmiş olacağız»?. | |
| 17: «Evvelki atalarımız da mı?» | |
| 18: Sen de ki: «Evet (diriltileceksiniz). Hem siz (hepiniz) hor ve hakıyr olarak». | |
| 19: İşte o, ancak birtek sayhadan ibâretdir ki onların birden bire gözleri açılıverecekdir. | |
| 20: «Eyvah bize, derler, bu, ceza ve hesâb günüdür». | |
| 21: (Evet), bu, sizin tekzib eder olduğunuz ayırdetme günüdür. | |
| 22: (22-23) (Meleklere:) «O zulmedenleri, onlara eş olanları, Allâhı bırakıb tapmakda ısraar etdikleri şeyleri bir araya toplayın da cehennem yoluna götürün» (dediler). | |
| 24: «Onları habsedin. Çünkü onlar mes'uldürler». | |
| 25: «Size ne oldu? Birbirinize yardım etmiyorsunuz ya»! | |
| 26: Hayır, bugün onlar (zilletle) boyun eğmişlerdir. | |
| 27: Onlardan kimi kimine yönelib birbirini mes'ûl tutmıya kalkışırlar. | |
| 28: «Hakıykat siz, derler, biz sağdan (suret-i hakdan) gelirdiniz». | |
| 29: (Metbu'ları da:) «Hayır, siz (esasen) îman ediciler değildiniz», derler, | |
| 30: «Ve bizim size karşı bir haakimiyyetimiz de yokdu. Bil'akis siz (de bizim gibi) azgınlar güruhu idiniz». | |
| 31: «Onun için Rabbimizin sözü (azâbı) üstümüze hak olmuşdur. Şübhesiz (azabımızı) tadıcılarız (tadacağız). | |
| 32: «Çünkü biz de sizi (büsbütün) başdan çıkardık. Zîrâ biz de azgın kimselerdik». | |
| 33: Artık şübhe yok ki bunlar o gün azâbda ortakdırlar. | |
| 34: Biz (diğer) günahkârlara (da) muhakkak böyle yapacağız. | |
| 35: Çünkü onlar «Allahdan başka hiçbir Tanrı yok» denildiği vakit büyüklük taslarlardı, | |
| 36: «Biz mecnun bir şâir için ma'budlarımızdan vaz mı geçecekmişiz?» derler (di). | |
| 37: Hayır, o, hak (ve hakıykat) ı getirmiş, bütün peygamberleri de tasdıyk etmişdir. | |
| 38: Elbette siz o acıklı azâbı tadıcısınız. | |
| 39: Yapmakda idiğiniz şeylerden başkasiyle de cezalandırılmayacaksınız. | |
| 40: Allahın ihlâsa (ve samîmiyyete) erdirilmiş kulları müstesna. | |
| 41: Onlar böyle. Onlar için (haassaları) ma'lûm bir rızık vardır. | |
| 42: Türlü meyveler. Onlar (izzet ve) ikram edilmiş kimselerdir, | |
| 43: Naıym cennetlerinde, | |
| 44: Birbiriyle karşılıklı tahtlar üzerinde. | |
| 45: Onların her biri (şerâb-ı) maıynden türlü kadehlerle tavaf (ve ziyaret edilir (ler). | |
| 46: Bembeyaz. İçenlere bir lezzet. | |
| 47: Orada bir humar (baş ağrısı) da yok, onların bundan bîhuş olacakları da yok. | |
| 48: Yanlarında da nazarlarını yalınız zevclerine atfetmiş iri (şahin) gözlü kadınlar vardır, | |
| 49: ki bunlar (kuş tüyleriyle) örtülüb saklanmış yumurtalar gibidir. | |
| 50: (Ehl-i cennetden) kimi kimine dönüb sorarlar. | |
| 51: İçlerinden bir sözcü der ki : «Hakıykat, benim (dünyâda) bir arkadaşım vardı. | |
| 52: (Bana:) «Gerçek sen de (tekrar dirilmiye) kat'î inananlardan mısın?» derdi. | |
| 53: «Biz öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz zaman mı, hakîkaten biz mi cezalanmış olacağız»? | |
| 54: (O sözü söyleyen zât, ihvanına) der ki: «Siz (onun iç yüzüne) vaakıf olucular mısınız?» | |
| 55: Derken o (bizzat) bakıb bunu o çılgın ateşin ta ortasında gördü. | |
| 56: (Ve ona) dedi ki: «Allaha yemîn ederim, sen az kaldı beni de muhakkak helak edecekdin». | |
| 57: «Eğer Rabbimin ni'meti olmasaydı ben de (seninle beraber cehennemde) haazır bulundurulanlardan olacakdım». | |
| 58: (58-59) «(Bak), biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek, biz azaba da uğratılmayacak değil miymişiz?» | |
| 60: Muhakkak ki bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. | |
| 61: Artık çalışanlar da bunun gibi (bir murad için) çalışmalıdır. | |
| 62: Böyle (bir ni'mete) konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? | |
| 63: Hakıykat, biz onu zaalimler (kâfirler) için bir fitne (imtihan) yapdık. | |
| 64: Şübhesiz ki o, çılgın ateşin dibinde (bitib) çıkacakdır. | |
| 65: Ki tomurcukları şeytanların başları gibidir. | |
| 66: İşte hakıykat onlar bundan yiyecekler, bu suretle karınlarını bundan dolduracaklar. | |
| 67: Sonra üzerine de onlar için çok sıcak bir su ile karışdırılmış (şarab) vardır. | |
| 68: Sonra dönüb gidecekleri yer, şübhesiz yine cehennemdir. | |
| 69: Çünkü onlar atalarını sapkın kimseler bulmuşlardı da, | |
| 70: Kendileri de onların izleri üzerinde (birbirini itib) koşduruluyorlardı. | |
| 71: Andolsun ki onlardan evvel geçenlerin çoğu da sapmışdı. | |
| 72: Yemîn ederim ki biz içlerinde (kötü hareketlerinin encamından) korkutucu (peygamberler) de göndermişizdir. | |
| 73: Bak, o korkutulanların akıbeti nice oldu! | |
| 74: Allahın ihlâsa erdirilmiş (samirnî) kulları müstesna. | |
| 75: Andolsun ki Nuuh bize niyaz etmişdi de ne güzel icabet (ve kabul) eylemişdik. | |
| 76: Biz hem onu, hem ehlini o büyük sıkıntıdan kurtardık. | |
| 77: Zürriyyetini (yer yüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık. | |
| 78: Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında da ona (iyi bir nâm) bırakdık. | |
| 79: (Bütün) âlemler içinde (bizden) Nuuha selâm. | |
| 80: Şübhesiz biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. | |
| 81: Hakıykat o, bizim mü'min kullarımızdandı. | |
| 82: Nihayet ötekilerini (suda) boğduk. | |
| 83: Şübhesiz İbrâhîm de onun fırkasındandı. | |
| 84: Çünkü o, Rabbine tertemiz bir kalb ile gelmişdi. | |
| 85: O zaman babasına ve kavmine demişdi ki: «Siz nelere tapıyorsunuz»? | |
| 86: «Yalancılık etmek için mi Allâhı bırakıb düzme Tanrılar diliyorsunuz»? | |
| 87: «Âlemlerin Rabbine zannınız nedir (böyle)»? | |
| 88: Derken yıldızlara bir nazar atfetdi de, | |
| 89: «Ben hakıykat hastayım» dedi. | |
| 90: O vakit ona arkalarını dönüb uzaklaşdılar. | |
| 91: Bunun üzerine o da kurnazca onların düzme Tanrılarına varıb dedi ki: «Hani yemek yemiyorsunuz»?! | |
| 92: «Ne oluyor size konuşmuyorsunuz»?! | |
| 93: Nihayet gizlice onları sağ eliyle bir vur (ub kır) dı. | |
| 94: Derken (kavmi) koşarak onun önüne çıkdı (lar). | |
| 95: (İbrâhîm) dedi ki: «Kendi (elinizle) yontmakda olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz»? | |
| 96: «Halbuki siz de, (elinizle) yapageldiğiniz şeyleri de Allah yaratmışdır». | |
| 97: Dediler: «Onun için bir bina yapın da alevli ateşe atın onu». | |
| 98: Bunun üzerine ona bir tuzak kurmak arzu etdiler. Biz ise (Bil'akis) kendilerini (zeliller ve) sefiller etdik. | |
| 99: (İbrâhîm): «Ben, dedi, doğrusu Rabbime gidiciyim. O, bana yol gösterir». | |
| 100: «Ey Rabbim, bana saalihlerden (bir oğul) ihsânet» (diye düâ etdi). | |
| 101: Biz de ona çok uysal bir oğul müjdesini verdik. | |
| 102: Artık o (oğul İbrâhîmin) yanında koşmak çağına erince (babası) «Oğulcağızım, dedi, ben seni rü'yamda boğazlıyorum görüyorum. Bak artık ne düşünürsün». (Oğlu) dedi: «Babacığım, sana edilen emir ne ise yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın». | |
| 103: Vaktâkî bu suretle ikisi de (Allahın emrine) râm oldular, (İbrâhîm) onu alnı üzere yıkdı. | |
| 104: (104-105) Biz ona: «Yâ Ibrâhîm, rü'yâna sadâkat gösterdin. Şübhesiz ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız» diye nida etdik. | |
| 106: Hakıykat, bu, apaçık ve kat'î bir imtihandı. | |
| 107: Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. | |
| 108: Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında ona (iyi bir nam) bırakdık. | |
| 109: (Bizden) selam İbrâhîme. | |
| 110: Biz iyi hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız. | |
| 111: Hakıykat o, mü'min kullarımızdandı. | |
| 112: Ona saalihlerden bir peygamber olmak üzere de İshakı müjdeledik. | |
| 113: Hem ona, hem Ishaka (feyz-ü) bereketler verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket edeni de vardır, nefsine apaçık zulm edeni de. | |
| 114: Andolsun biz Muusâya da, Hâruuna da nimetler verdik. | |
| 115: Hem onlar, hem kavmlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. | |
| 116: Kendilerine yardım etdik de galebeyi kazananlar onlar oldular. | |
| 117: Onlara (her hakıykatı) apaçık gösteren o kitabı verdik. | |
| 118: Onlara doğru yolu gösterdik. | |
| 119: Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında da onlara (iyi bir nâm) bırakdık. | |
| 120: Musâya da, Hârûna da (bizden) selâm. | |
| 121: Şübhesiz ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. | |
| 122: Hakıykat onlar mü'min kullarımızdandı. | |
| 123: İlyas da, şübhe yok ki, gönderilmiş peygamberlerdendi. | |
| 124: O vakit kavmine (şöyle) demişdi: «Siz (Allahdan) korkmaz mısınız»? | |
| 125: (125-126) «O en güzel Yaradanı, sizin de, evvelki atalarınızın da Rabbi olan Allâhı bırakıb da «Ba'l» e mi tapıyorsunuz»? | |
| 127: Fakat bunlar onu tekzîb etdiler. Şübhesiz bunlar da elbette (cehenneme) ihzaaren getirilenlerdir. | |
| 128: Allahın ihlâsa erdirilmiş kulları (bunlardan) müstesna. | |
| 129: Biz ona sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler içinde (iyi bir nâm) bırakdık. | |
| 130: (Bizden) selâm İlyâsa. | |
| 131: Şübhe yok ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. | |
| 132: Hakıykat o, mü'min kullarımdandı. | |
| 133: Lût da gerçek ve şübhesiz gönderilmiş peygamberlerdendi. | |
| 134: Hani biz hem onu, hem ehlini topdan kurtarmışdık. | |
| 135: (Azâbda) kalanlar içinde bırakılan bir koca karı müstesna idi. | |
| 136: Sonra biz diğerlerini kökünden helak etdik. | |
| 137: (137-138) Elbet siz de sabah ve akşam onlar (ın yurdların) a uğruyorsunuz. Haalâ akıllanmayacak mısınız?. | |
| 139: Yunus da hiç şübhesiz gönderilen peygamberlerdendi. | |
| 140: Hani o, dolu bir gemiye kaçmışdı. | |
| 141: Derken kur'a çekmiş (ler) di de mağlûblardan olmuşdu. | |
| 142: O, kınanmış bir halde iken kendisini hemen balık yutmuşdu. | |
| 143: Eğer çok tesbîh edenlerden olmasaydı, | |
| 144: Her halde (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalıb gitmişdi. | |
| 145: İşte biz onu, kendisi de hasta olarak, açık bir yere (çıkarıb) bırakdık. | |
| 146: Üzerine sakı olmayan cinsden (gölgelik) bir nebat bitirdik. | |
| 147: Onu yüz bine peygamber gönderdik. Hattâ artıyorlardı da. | |
| 148: Nihayet ona îman etdiler de kendilerini bir zamana kadar geçindirdik. | |
| 149: Şimdi sor (Habîbim) onlara: Her halde kızlar Rabbinin de, oğullar onların mı?! | |
| 150: Yoksa biz melekleri dişi yaratdık da onlar (buna) şâhid midirler? | |
| 151: (151-52) Haberin olsun ki onlar hakıykaten yalan söyleyerek, her halde, «Allah doğurdu» derler! Onlar elbette yalancıdırlar. | |
| 153: Kızları oğullara tercih mi etmiş O?! | |
| 154: Ne oluyor size? (Buna) nasıl hükmediyorsunuz? | |
| 155: Hiç de mi düşünmezsiniz? | |
| 156: Yoksa (elinizde) açık bir hüccetiniz mi var? | |
| 157: Öyle ise, eğer (davanızda) doğru söyleyenlerseniz, getirin kitabınızı. | |
| 158: Bir de Onunla cinler arasında bir hısımlık uydurdular. Andolsun ki bizzat cinler dahi onların behemehal (cehenneme) ihzaaren getirileceklerini (pek iyi) bilmiş (ler) dir. | |
| 159: Allah, onların isnâd edegeldiklerinden yücedir, münezzehdir. | |
| 160: Allahın ihlâsa erdirilmiş kulları bunlar gibi değil. | |
| 161: Ne siz, ne de tapmakda olduklarınız, | |
| 162: Siz Onun aleyhinde (hiçbir ferdi) fitneye (ve fesada) sürükleyecek (bir kudretde) değilsinizdir. | |
| 163: Meğer ki kendisi cehenneme girecek kimse olsun. | |
| 164: Bizden kimse müstesna olmamak üzere her biri için ma'lûm birer makam vardır. | |
| 165: Biziz o saf saf dizilenler mutlak biz. | |
| 166: Biziz o tesbîh edenler de mutlak biz. | |
| 167: Hakıykat (müşrikler evvelce) şu kat'î sözü söylüyorlardı : | |
| 168: «Eğer nezdimizde evvelki (ümmetlere inen) lerden bir kitab olsaydı», | |
| 169: «Elbet biz de Allahın ihlâsa erdirilmiş kullarından olurduk». | |
| 170: Şimdi ise ona (inanmayıb) kâfir oldular, ileride (küfürlerinin akıbetini) bileceklerdir ya. | |
| 171: Andolsun ki (peygamber olarak) gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş sözümüz (vardır): | |
| 172: «Muhakkak onlar, behemehal onlar mansur (ve muzafferdirler. | |
| 173: «Muhakkak bizim ordumuz, her halde onlar galebe edicidirler. | |
| 174: Onun için (Habîbim) sen bir zamana kadar onlardan yüz çevir, | |
| 175: Gözetle onları. Kendileri de (başlarına geleceği) yakında göreceklerdir. | |
| 176: Şimdi onlar çarçabuk bizim azabımızı mı istiyorlar? | |
| 177: Fakat bu, onların bölgesine çökünce (gelecek tehlikelerle öteden beri) korkutulan onların sabahı ne kötü (olacak) dır! | |
| 178: Sen (Habîbim) bir zamana kadar onlardan yüz çevir. | |
| 179: Gözetle (onları). Onlar da göreceklerdir. | |
| 180: Galebe saahibi Rabbin onların isnâd etmekde oldukları vasıflardan yücedir, münezzehdir. | |
| 181: Gönderilen (bütün) peygamberlere selâm, | |
| 182: Ve âlemlerin Rabbi olan Allaha hamdolsun. | |